Geçtiğimiz aylarda Corona dan daha fazla konuşulan bir şey olduysa o da şüphesiz ,yoğunlukta Amerika’da gerçekleşen ırkçı hareketler olmuştur. Bu ırkçı hareketler sonrasında gelişen olaylar ise tüm dünyada ses getiren bir fenomene dönüşmüş durumda. Amerika’nın hemen hemen her eyaletinde ve diğer birçok ülkede gerçekleştirilen ırkçılık karşıtı eylemler bir süre için Corona’nın önüne geçmiş hatta unutulmasını sağlamıştı.
Bu ayki yazımda sizi 70ler Amerika’sına götürüyorum. Irkçılığın hat safhada olduğu, Afro-Amerikan vatandaşlarının asla saygı görmediği ve nefretin doruklarda yaşandığı bir dönem.. Spike Lee yapımı BlacKkKlansman (Karanlıkla Karşı Karşıya) filmi ilginç ve gerçek bir olayı işliyor. Biri siyahi biri Yahudi iki polis Ku Klux Klan’a (siyahi ve göçmen karşıtı gizli bir örgüt) sızmaya çalışırsa ne olur?
Filmlerinde genellikle ırk çatışması konularına yer veren sinemanın siyahi savunucusu olarak bilinen Spike Lee uzun aradan sonra etkileyici bir dönüş yapmışa benziyor. Öyle ki Lee, BlacKkKlansman ile birlikte “En iyi uyarlama senaryo” kategorisinde kazanarak ilk Oscar ödülünü de almış oldu. Seçilen müzikler ve kostümler de gerçekten filmin atmosferinin başarılı olmasında büyük rol oynamış. Döneminin hakkını veren bir film olmuş.
70’lerin sonunda geçen bu film Ron Stallworth’un anılarının yer aldığı aynı isimli otobiyografik romanından uyarlama bir suç/dram filmidir. Film,Ron Stlallworth ’un (John David Washington) Colorado Springs Polis Departmanındaki ilk Afro- Amerikan polis olarak işe alınmasıyla başlar. Daha sonra Ron atandığı departmandan mutlu olmayınca üstlerinden görev değişimi talep eder ve böylece istihbarat departmanına geçiş yapar. İlk görevi, bir siyahi topluluğunun içine sızıp tehlike tespiti yapmaktır. Burada tanıştığı topluluk lideri Patrice ‘den (Laura Harrier) oldukça hoşlanan Ron ilerleyen zamanlarda işiyle duyguları arasında gidip gelmeler yaşayacaktır.
Bir gün iş yerinde otururken gazetede gördüğü Ku Klux Klan numarasını aramaya karar veren Ron kendine anında siyahi karşıtı bir beyaz Amerikan vatandaşı senaryosu yazar ve karşısında konuştuğu adama “zencilerden” ne kadar nefret ettiğiyle ilgili birkaç şey söyledikten sonra Ron Stallworth Ku Klux Klan’ın bir buluşmasına çağırılır. Böyle gizli bir kuruluşa girmek için tek gereken şeyin Afro-Amerikan’lara olan nefretinden söz etmek olması da gerçekten durumu özetliyor..
Buluşmaya çağırılan Ron renginden ötürü kendi gidemeyeceği için iş arkadaşı Flip Zimmmerman (Adam Driver) yüz yüze görüşmelerdeki Ron Stallworth olur. Ve biri siyahi biri Yahudi iki polis Ku Klux Klan’a sızmayı başarır… Flip çeşitli sadakat yeminleri ve ritüellerden geçerek Klan’ın güvenini kazanmaya çalışırken gerçek Ron da Klan’ın en üstleriyle telefon konuşmaları gerçekleştirir ve dostluklar kurar.
Spike Lee’nin ırkçı ve militan beyazlarıyla, Taika Waititi’nin Jojo Rabbit ’de gösterdiği Naziler aynı çizgide diyebilirim. İki filmde de nefret ve aşırılık kişilerin kendi sonlarını getiriyor…
BlacKkKlansman, siyahi bir bakış açısıyla yazıldığını zaman zaman çok belli ediyor. Bu noktada biraz daha objektif olmasını isterdim. Beyazlar oldukça yüzeysel işlenirken, film siyahilerin içinden anlatılıyor. Olayların çok daha vurucu olması için objektif bir yerden anlatılması daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum.
Film boyunca gördüğümüz şeyleri hayretle karşılarken bir süre sonra her şeyin hala aynı olduğunun bilincine varmak gerçekten ağır oluyor. Bitirdikten sonra bir rahatlama değil farkındalık kazanıyorsunuz. Film açıkça politik ve toplumsal eleştiri yapıyor. Eşitlik için uzun yıllardan beri verilen savaş bitmeyecek, hep var olmaya devam edecek…
Yazımı, Isaac Newton’un hareket yasalarından biriyle bitirmek istiyorum: “Her etkiye karşılık eşit ve zıt bir tepki vardır.” BlacKkKlansman bize bunu anlatmak istiyor.
