Aylardan mayıs, filmlerden Little Miss Sunshine. Bu ay 2006 yılına gidiyoruz. Eskilerden, eğlenceli ve aynı zamanda dramatik bir filmle geldim. Little Miss Sunshine, Türkçe adıyla “Küçük Gün Işığım” esasen bir yol filmi. 2006 yılında Amerikan bağımsız film festivali Sundance Film Festivali’nde ilk gösterimini yaptıktan sonra film, En İyi Film Oscar’ı da dahil 4 farklı dalda aday gösterildi ve 2 Oscar kazandı.
Baş rollerinde Toni Collette, Greg Kinnear, Alan Arkin, Abigail Breslin, Paul Dano ve Office dizisinden tanıdığımız Steve Carell gibi ekranlarda görmeye alışkın olduğumuz başarılı isimler yer alıyor.
Little Miss Sunshine, Amerika’nın pek de normal olmayan bir ailesini konu alıyor. Anne Sheryl’ın, (Toni Collette) başarısız bir intihar girişiminde bulunmuş kardeşi Frank’i (Steve Carell) eve getirmesiyle biz de Hoover ailesini tanımaya başlıyoruz. Eroin bağımlısı bir büyükbaba, sessizlik yemini etmiş Nietzsche hayranı, pilot olmak isteyen ağabey Dwayne (Paul Dano) , güzellik yarışması takıntısı olan küçük Olive (Abigail Breslin) ve kafayı kazanmak ve başarı kavramlarıyla bozmuş baba Richard (Greg Kinnear). Hoover ailesi beraberken kaotik enerjiden başka bir şey yaratmayan, sorunları göz ardı etmeyi tercih eden kopuk bir Amerikan ailesi. Aslında Amerikan ailelerin medyada bu tarz temsillerine alışkınız. Fakat Little Miss Sunshine ’da karakterler stereotip olmaktan oldukça uzak oldukları için, film daha önce izlediğiniz temsillerden farklı olarak karşımıza çıkıyor.
Frank’in hastaneden Hoover ailesinin evine geldiği gün, ailenin küçük kızı 7 yaşındaki Olive’in (Abigail Breslin) “Little Miss Sunshine” güzellik yarışmasına çağrıldığını öğreniyoruz ve aile küçük kızlarını kırmak istemedikleri için apar topar bir yolculuk planıyla “kimseyi arkada bırakmadan” eski bir Volkswagen minibüsle Albequerque’den California’ya giden uzun ve kelimenin tam anlamıyla inişli çıkışlı bir yolculuğa çıkıyorlar. Eski Volkswagen minibüs de ailenin metaforu gibi aslında. Sürekli bozuluyor, her bir parçası ayrı sorun çıkarıyor.
Hepsi ayrı telden çalan bu insanların zaten bir çatının altında yaşaması oldukça zorken bir de uzun bir yolculukta beraber geçirmeleri nasıl olur bir düşünün. Hem fiziksel hem de mecazi anlamda bir yol filmi Little Miss Sunshine..
Film, ismini de aldığı “Little Miss Sunshine” güzellik yarışmasıyla bu tip organizasyonlara sağlam bir eleştiri getiriyor. Çocuklar, aşırı derecede rahatsız edici saç ve makyajlarla süslenmiş ve halkın karşısına çıkarılmış. Çocuk istismarından farksız bir durum izliyoruz. “Amerika” nidalarıyla söylenen şarkıda tek tek küçük kız çocuklarını görüyoruz. “İşte Amerika” diyor film bize adeta. Böyle bir organizasyonu düzenliyor olmaları ve çocuklarını buna getiriyor olmaları yetmiyormuş gibi Olive’in striptizden hallice dansını eleştiriyor ve bunu bir ahlaksızlık olarak nitelendiriyorlar.
“Kaybedenler” olmayı mutlu anlatan bir film..
Filmin birbirlerine emanet edilen ikilisi Dwayne ve Frank’in etkileyici sahneleri var. Ergenliğin zorlu süreçlerinden geçen Dwayne üstüne bir de hayalleri yıkılınca kendini çıkmaz duyguların içinde buluyor, tıpkı dayısı Frank gibi. Bir ergen ile intihara meyilli birinin, geçirdikleri sancıyı, dönemi, benzetmiş yazar. Ergenlik acı dolu bir süreç diyor.
Little Miss Sunshine, yönetmenleri Valerie Faris ve Jonathan Dayton çiftimizin de ilk uzun metraj filmi. Daha öncesinde Oasis, Red Hot Chilli Peppers ve R.E.M. gibi önemli grupların müzik videolarına yönetmenlik yapan çiftin en güncel işi ise Netflix’te bulunan Living With Yourself komedi dizisidir. Filmin senarist koltuğunda da başarılı Pixar animasyonlarından tanıdığımız isim Michael Arndt’ı görüyoruz.
Corona gerçekliğinde 1 seneyi devirmişken yine umutsuzluğa kapıldığımız bu dönemlerde iyi geleceğini düşündüğüm bir film Little Miss Sunshine. Güzel müzikleri ve renkli görüntüleriyle sizi zaman zaman kahkahalara boğarken, zaman zaman da duygulandıracak…