Bir sabah kalkıyorsunuz ve yaşadığınızı sandığınız hayat aslında sizin kontrolünüz altında değil… zaman zaman hepimizin hissettiği bu duyguyu “tam anlamıyla” ele alan bir film var karşımızda... Truman Show.
Doğduğundan beri kendi ismini taşıyan bir televizyon programının parçası olan Truman Burbank her şeyden habersiz şekilde normal bir hayat yaşadığını sanmaktadır. Oysaki tanıdığı herkesin paralı birer oyuncu olduğu ve 24 saat boyunca bütün hayatının naklen dünyaya yayın yapıldığı kocaman bir sette yaşamaktadır.
Film daha seyirciyle buluştuğu ilk sahnede seyirciyi de her şeyden haberdar etmek istiyor. Böylece filmin içinde de izlerken de hiçbir şeyden haberi olmayan tek kişi Truman’ın ta kendisi oluyor.
Komiktir ki ilk sahnelerden birinde caddenin tam ortasına set ışığı düşüyor. Ve bu hatayı radyoda bir uçağın parçalarının düştüğünü söyleyerek telafi ediyorlar. Buradan hemen şovun yönetmeni Christof’un filmin sonlarında söylediği şeye gitmek istiyorum. “Dünyanın gerçekliğini bize sunulan haliyle kabul ederiz.” Yani aslında tüm olay inanmak istediğimize inanmaya çalışmamız. Bu yüzden de Truman Burbank göz ardı edemeyeceği kadar büyük bir saçmalık yaşayana kadar şüphelerini hep bastırmıştır.
Bir sabah işe doğru yoldayken sokakta bir dilenciyle karşılaşır ve bu dilenci aslında Truman’ın 20 sene önce deniz kazasında boğulan babasının ta kendisidir. Truman ne olduğunu anlayamadan dilenciyi ortadan kaldırırlar fakat Truman gördüğü şeyden emindir. Bu olay sayesinde yavaş yavaş bir şeyleri sorgulamaya başlar.
İlerleyen her bir dakikada bizzat Truman için ‘adadan dışarı çıkmak güvenli değildir’ alt metinli bir sürü mesaj veriliyor. Nitekim bunları dinlemeyip çıkmak istediğindeyse bariz bir şekilde engelleniyor. Buradan görüyoruz ki Truman’ın hayatını sadece gözetlemiyorlar aynı zamanda onu yönlendiriyorlar.
Filmin başlangıcından sonuna kadar bir Fiji hayali görüyoruz. Ortalarında ise tam olarak neden onca yer varken Fiji’ye gitmek istediğini anlıyoruz. Truman, belki hayatındaki tek gerçek şey olan Sylvia’nın orada yaşadığını sanıyor. Sylvia Truman’ın üniversite arkadaşı rolünde şova girmiş fakat aralarında plan dışı bir çekim olmuştur. Sylvia’da aslında şovun bir parçası olmasına rağmen bu yalana karşı çıkmış ve şovdan uzaklaştırılmıştır.
Filmin doruk noktasında Truman’ın tüm korkularına karşı koyup adayı terk etmeye çalıştığını görüyoruz. Bu noktada anlıyoruz ki olaya bariz müdahalede bulunan ve Truman’ın hayatını hiçe sayan Christof için aslında önemli olan tek şey “Truman Show” ve onun kendinden söz ettirmesi.
En sonunda karakterimiz Truman ve Christof karşı karşıya geliyorlar ve güzel bir diyalog ortaya çıkıyor.
Truman: Hiçbir şey mi gerçek değildi?
Christof: Sen gerçektin! Seni izlemeyi bu kadar güzel yapan da buydu…
Sözleriyle bize insanların izledikleri bir şeyde gerçekliğe ve samimiyete ne kadar bağlı olduklarını anlatıyor. Hatta içleri rahat ettiği için televizyonu hiç kapamayan insanlar olduğunu söylüyor. İzleyiciler Truman’la ağlayıp Truman’la gülüyor,heyecanına ortak oluyorlar. Onu aileden bir olarak kabul ediyorlar. Bunlar belki de birinin doğumundan,ilk konuşmasına,ilk sevgilisine kadar şahit olmalarının da bir etkisidir.
Bu filmde takdiri en çok hak eden kişinin senarist Andrew Niccol olduğunu düşünüyorum. 98 yılı için dahiyane bir distopya örneği olan The Truman Show eleştirel ama bir o kadar da naif yazılmış senaryoyla bir film hakkında ne kadar düşündürebilirse o kadar düşündürtüyor bizleri.
Yazımı Truman Burbank’in şu güzel sözleriyle kapatmak istiyorum.. “Olur ya sizi göremem, şimdiden iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler..”