İki arkadaş,iki maceraperest,iki suç ortağı ve iki güçlü kadın.. Bu ay,olay örgüsüyle herkesi adeta ekrana kilitleyen Thelma ve Louise filmi ile sizlerleyim.
Film,ataerkil egemen yapıda izlemeye alışkın olduğumuz “Western filmleri” algısını tamamen yıkıp onunla resmen alay ediyor. Film boyunca iki dostun başından geçenleri ve bu olaylarla nasıl başa çıktıklarını izliyoruz.
Bir tarafta baskıcı kocası ve monoton hayatı arasında sıkışmış Thelma diğer tarafta da maceracı ve özgür kızımız Louise bizlere eşlik ediyorlar.
Film,ikillinin haftasonu tatili için konuşmalarıyla başlıyor. Thelma her ne kadar başta gelemeyecek gibi olsa da bir kez olsun kendi için bir şeyler yapmak adına tatile kocasından habersiz çıkmaya karar veriyor. Bir sonraki sahnede paralel bir şekilde Thelma’nın kararsız ve dağınık,Louise’in ise düzenli ve temiz bir şekilde valiz hazırladığını görüyoruz. Bu sahne filmin ilerisinde karakterlerimizin davranışları için adeta bir öngörü niteliğinde.
Araba yolculuğu boyunca Thelma’nın bu tatili özgürlük için bir adım,nefes alabilmek bir boşluk olarak benimsediği sinyalleri veriliyor seyirciye. Yanına aldığı silah ise gösterildiği andan itibaren başlarına bela olacağını apaçık sırıtıyor. İkili verdikleri ilk mola yerleri olan bir barda her şeyi geride bırakıp eğlenmeye karar veriyorlar. Thelma beraber dans ettiği bir adam tarafından neredeyse tecavüze uğrayacakken Louise onu kurtarıyor ve silah başlarına ilk belayı açıyor. Louise’in silahı ateşlerken söylediği “Şunu bil ki,bir kadın böyle ağlıyorsa hiç eğlenmiyor demektir.” sözleri biz izleyenlerde de bir mermi etkisi yaratarak kadınların başlarına gelen trajik vakalara gönderme yapıyor.
Hemen sonra olay yerinden uzaklaşmaları ile ikilinin macerası resmen başlamış oluyor. Filmin dinamiğinin hızlanmasıyla karakterlerimizin gelişim süreçleri de belirgin bir şekilde başlamış oluyor. İlerleyen her dakikada çocuksu tavırlarıyla başlarının belaya girmesini sağlayan Thelma ve ne olursa olsun onun arkasını toplayan Louise,çareyi sevgilisi Jimmy’de buluyor ve ondan para istiyor. Jimmy’le anlaştıkları otele giderleken yolda genç Brad Pitt ile karşılaşıyoruz ve kendisi bize ikinci bir belanın habercisi oluyor.
Brad Pitt’in oynadığı J.D karakteri kızları otele kadar takip ettikten sonra. Thelma’nın kapısının önünde beliriyor. Zaten Thelma’yı kendine aşık eden J.D onu kullanıyor ve bütün paralarını çalıp ortadan kayboluyor.
Bu haberi kaldıramayan Louise harap bir şekilde Thelma’ya kendini bırakıyor ve ikili tekrar yola koyuluyorlar. Thelma markete gittiği sırada hala olaydan çıkamayan Louise arabada beklerken bence filmin en güzel sahnelerinden biri yaşanıyor. Louise ona bakan iki kadın görüyor birbirlerine çok uzun süre bakıyorlar ve ardından kadınlardan biri tebessüm ediyor. Louise birden dikiz aynasına uzanıp kendine ruj sürmeye başlıyor. Filmin başından beri verilmek istenilen “kadın dayanışması” mesajı bu küçük sahnede kendini dolu dolu hissettiriyor. Bu sahneden Ridley Scott’ın ne kadar iyi bir hikaye anlatıcı olduğunu da çıkarmak mümkün.
Kızlarımız maceraya hiç ara vermeden yollarına devam ederlerken bir yandan da geride bıraktıkları hayatlarında polisler onların kim olduklarını bulmuş ve peşlerine düşmüşlerdir.
Filmin sonlarında tam anlamıyla iki western kadınına dönüşen Thelma ve Louise’in önünde artık hiçbir şey duramamaktadır. Feminizmi ve kadın dayanışmasını sonuna kadar hissettiren bu film ayrıca çok çarpıcı da bir kapanış sekansına sahiptir. Thelma ve Louise polisler tarafından sıkıştırılmışken teslim olmak yerine özgür olmayı seçerler ve arabayı uçuruma doğru sürerler.
