Şu pencereden içeri sızıp ruhumu ayartan güneş mi beni benden alan yoksa önümde açık duran saman yapraklı kitabın kokusu mu?
Sıra arkadaşımın tebessümü mü içimi ısıtan yoksa birazdan eve dönüp anneme sarılacak olmanın mutluluğu mu ?
Ne de güzel çocuklardık oysa;
sevilen, sayan, paylaşmak için can atan. Ben hiç görmedim birimizin bütün simit yediğini ve okul dönüşlerinde aldığımız sıcak ekmeğin eve bütün gittiğini...
Yine bir Aralık ikindisi, güneş yüzlerimize vuruyor eteklerimiz dalga dalga meltemle uçuşuyor. Aralık'ta meltem olur mu demeyin, İzmir insanı sarhoş edip yazı kışı birbirine karıştırıyor. Belki de bundan aşkı tek saymamız belki de bundan her geleni aşk yerine koyamamamız...
Ah! Biz ne güzel çocuklardık öyle;
kutsarken birbirimizi bir ilah gibi yemek taşırdık yorulmasın diye karıncalar. Ve güvercinler koyardık yollarımıza bembeyaz olsun diye yarınlar.
Bizim hiç öyle rengârenk şekerlerimiz olmadı, onun yerine bahçede tütün dizmekten bitap düşmüş dedelerimiz ninelerimiz vardı. Şeker tadında masallar koyarlardı soframıza; bir varmış bir yokmuşla başlayan... O diyarlarda herkes dost, herkes arkadaştı, kötülük yapan sonunda anlar o da aralarına katılırdı. Kimse ötelenmez, ayırt edilmez, herkes mutlu mesut yaşardı.
Ah! Biz ne güzel çocuklardık öyle...
Sokak lambalarının direklerine oynamak için bağladığımız ipler ipektendi, uçurduğumuz uçurtmalar demirden... Kız erkek meşelerimiz vardı, hayallerimiz meşe gibi kırılmaz camdandı.
Sokaklar bizim, evler bizim, bahçeler bizimdi, ağaçlar bizim, güneş bizim, toprak bizimdi biz topraktık bu sebeple ya ondan uzaklaştıkça mutsuzlaştık.
Ah! Biz ne güzel çocuklardık öyle...
Yeni yıl yaklaşırken onu karşılamak için bir heyecan kaplardı içimizi. Bizim bahçelerimize belki kardan adam yapmak için kar yağmazdı, ama saksı saksı her yer bembeyaz nergis açardı. Zaten yeni yıl bahanesiydi ya, her gün birlikte kurulan soframızı şenlendirmenin. Tombalada çinkolar zaten hep biz çocuklarındı...
Soba yaveri çaydanlıkla birlikte herkesten heyecanlı yeni yılı beklerdi, hakkı var elbet; kestanemizi pişirir, çayımızı demler, önlüklerimizi kurutur, oyun oynamaktan gelir gelmez üşüyen ellerimizi ısıtırdı. Artık sobamız yok diye mi ellerimiz buz kesiyor, bir odadan diğerine geçerken her yer aynı sıcaklıkta ama neden içimiz üşüyor... Ah! annem yine mandalina kabuklarını sobanın üzerine koymuş her yer mandalina kokuyor.
Kırklı yaşlarımıza dair böyle şeyler düşünmemiştik oysa, yine de;
Kalbinde yeşerttiği umutla yeni bir yılı karşılamak için kayıp zamanın peşinden koşan kocaman yürekli güzel çocuklarız biz...
Mutluluk ve sağlıkla...