Yakın tarihimizi sinema filmlerinden, ecdat tarihini tv’de yayınlanan dizilerden öğrenen bir kesimimiz olduğu gerçeğini bir kenara bırakırsak çok değil 100 yıl öncesini ortaya koyan tarih ve araştırma kitapları ve belgesellerden öğrenmek pek ala mümkün. İletişimin böylesi güçlendiği bir dünyada gerçeğe ulaşmak için yararlanacağımız kaynaklar hayli zengin. Bunun yanı sıra özellikle Cumhuriyete giden yolda verilen mücadeleler ve Erken Cumhuriyet Dönemi’ni gören insanların anıları, yakın çevrelerine anlattıkları yaşanmışlıklar, 100’ncü yılın arifesindeki Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü nesillere idraki için çok olmasa gerek. Toplumumuzun genel hafızasında unutturulmaya, zaman zaman da başkalaştırılmaya çalışılan çok konu başlığımızın da olduğunu elbette göz ardı etmemek gerekir. Gerçek araştırmacıların verileri ışığında ortaya çıkan kitaplardan yola çıkılarak belgeseller hazırlanması, döneme ait filmler, yaşam hikayelerinden esinlenen filmler, diziler Türkiye Cumhuriyeti gerçeğini ve O’nu kuran nesillerin çabası ve mücadelesinin bir kez daha ortaya konulması gerekir. Bu da günümüz aydınlarına, toplum öncülerine görev ve sorumluluk yüklüyor.
OSMANLI’DAN TÜRKİYE’YE BALKANLARDAKİ TÜRK VARLIĞI
14. yy’ da Rumeli’ye geçerek (1352 yılında) Çimpe Kalesi’ni ele geçiren Avrupa topraklarına ilk adımını atan Osmanlı Devleti 6 yıl sonrasında (1366) Balkan Dağları’na ulaşmıştı.1385 Niş ve Sofya, 1387’de de Selanik’i, 1389’da Kosova’yı, 1463’te Bosna’yı fethetti. Balkanlar 19. yy’ la kadar Osmanlı Devleti’nin Hakimiyeti’nde kaldı. 18. yy’ da yaşanan (1788-1789) Fransa Devrimi Avrupa’yı ve yakın coğrafyası olan Balkanları derinden etkiledi. Nihayetinde 1815’te Sırplara Osmanlı Devleti tarafından kısmi özerklik tanındı. Bunu 1829’da Yunanistan’ın, 1908’de Bulgaristan’ın bağımsızlığı izledi. 1. Balkan Savaşı ile Balkanlar’dan topraklarını kaybeden Osmanlı Devleti 2.Balkan Savaşı sonunda Girit ve Ege Adaları’nı Yunanistan’ın hükümranlığına bıraktı. Osmanlı hüküm sürdüğü 500 yüz yıl boyunca Balkan Halkları üzerinde otoritesini kurduğu dönemde asimilasyon politikasına yönelmedi. Aksine yerelin yönetimini yine bölge halkına bıraktı. Bunun yanında İç Anadolu bölgesinden gelen Türkler başta Kosova olmak üzere Balkan Coğrafyası’na yerleştirilmeleri de Osmanlı Devleti’nin fetih sonrasında uyguladığı bir politika olsa da bu hiçbir zaman bölgede yaşayan yerel hakların demografik yapısını tehdit edecek boyuta ulaşmadı.
Balkanlarda yaşanan savaşlar ve sonrasında gelişen siyasi gelişmeler ve anlaşmalar, son tahlilde Avrupa devletleri arasında başlayan ve giderek 1.Dünya Savaşı’na doğru ilerleyen süreçler, Anadolu’dan Balkanlara göç eden Türklerin yaşamlarını da birinci derecede tehdit etti. 1915’lerde Kosova başta olmak üzere birçok balkan bölgesinde Türkler varlıklarını koruyabilmek adına İstanbul’a, Anadolu’ya geriye doğru göç başlattı. Bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan birçok vatandaşımızın dedeleri, ailelerin kendi içlerinde aldıkları karar ile önce İstanbul’a, sonra Anadolu’ya gelmeye başladılar. Balkan Türkleri önce en büyük erkek çocuklarını daha sonra diğer kız ve erken çocuklarını Anadolu’ya gönderdiler.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, MİLLİ KURTULUŞ MÜCADELESİ, TÜRK DEVLETİ’NİN KURULUŞU, LOZAN VE MÜBADELE
Nihayetinde Birinci Dünya Savaşı sonrasında Milli Kurtuluş Mücadelesi’nde Misakı Milli’nin savunulmasında ve bağımsızlık hareketinde, Trakya, Anadolu insanı gibi Balkanlar’dan gelen Türkler de ön cephelerde yer aldı. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in İşgali ile başlayan süreç, yeniden oluşturulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları’nın 9 Eylül 1922’de İzmir’e girmeleri ile son buldu. Türk Milli Kurtuluş Mücadelesi’nin zafer ile sonuçlanmasının ardından kendisi de Selanikli olan ve Mustafa Kemal (Atatürk) ve silah arkadaşları Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları arasından ve tarihinde ilk kez adıyla anılacak olan yeni Türk Devleti’ni oluşturma sürecini başlattı. Türk Devleti’nin kahraman ordularının savaş meydanında elde ettikleri zaferin şimdi savaştığı devletlerle yapacağı barış antlaşmalarıyla pekiştirilmesi gerekiyordu. Başta İngiltere Fransa, İtalya, Yunanistan ve olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri’nden Japonya’sına kadar çok sayıda devletler ile anlaşma masasına oturmak yeni Türk Devleti kurucu kadrosunun en önemli sınavıydı.
İngilizlerden aldığı cesaret ve destekle İzmir’i işgal eden ve daha sonra Ankara’nın Polatlı ilçesine kadar yayılan Yunanistan Krallığı, Mustafa Kemal’in Başkumandanlığı’ndaki TBMM Orduları’na karşı yenilgiye uğradı. İşgal ettiği yerleşim bölgelerini yönetimi sırasında ve 1922’deki geri çekilirken yaptığı zulümlerin farkında olan Yunan Krallığı savaşın hemen ardından Nüfus Mübadelesi yani karşılıklı zorunlu göç yapılmasını talep etti. Savaş meydanlarının galibi olan ve Yunan İşgal Ordusu’nun Genelkurmay Başkanı Trikopolis’i esir alan TBMM Başkumandanı Mustafa Kemal yayınladığı genelgelerde İzmir ve çevresi başta olmak üzere Anadolu ve İstanbul’da yaşayan yerli Rum Halkı ve gayrimüslim halka güvence vermekteydi. Suça karışmamış hiç kimsenin cezalandırılmayacağı, mallarının koruma altına alınacağını bildirmekteydi. Yunanistan Krallığı’nın ilk bakışta kendi uyruğundaki vatandaşları korumaya alma çabası olarak görülse de, Mübadele bir yandan da savaşta büyük yıkıma uğrayan ve şimdi yeni bir devlet oluşturma iddiasında bulunan Türklerin ekonomilerini yetişmiş yerli Rumlar eliyle toparlanmasının da önüne geçme çabasının da bir gereğiydi. Bu konuda İngiltere ve ABD’nin desteğini alan Yunanistan Mübadele önerisi genel kabul gördü. Türk Devleti temsilcileri de mübadeleyi kabul etmek durumunda kaldı. Yerli Rum halkı ile Türk Halkının uzun yıllar birlikte yaşadığının bilincinde olan Türk Devleti kurucu kadrosu bunun devamının yanındaydı. 30 Ocak 1923’te 19 Maddelik ek sözleşme Yunanistan ile Türkiye arasında Nüfus Mübadele Anlaşması imza altına alındı. Mübadele ile birlikte Türkiye’de bulunan 1 milyon 200 bin Rum Yunanistan’a zorunlu göçe tabi tutulurken, Yunanistan sınırlarında yaşamakta olan yaklaşın 500 bin Türk, Türkiye’ye zorunlu göçe tabi tutuldu. Anlaşma gereği İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada yerli Rumları mübadeleden muaf tutuldular. Mübadele sırasında başta Drama, Girit, Kesiriye, Filorina, Kozana, Nasliç, Grebene, Kavala, Selanik, Vodina, ve Yanya olmak üzere Yunanistan ve çevresindeki yaşayan Türkler, Türkiye’nin çeşitli şehir ve ilçelerine yerleştirildiler.
RESMİ KAYITLARA GÖRE 1923 – 1927 YILLARI ARASINDA 429 bin 647 MÜBADİL TÜRKİYE’YE YERLEŞTİRİLDİ.
Yunanistan ile Türkiye arasında yapılan Mübadele Anlaşması’na göre Türkiye’ye Yunanistan ve bölgeden 429 bin 647 Türk ülkenin çeşitli şehirlerine ve ilçelerine yerleştirildi.
Resmi kayıtlara göre; 49 bin 441 kişi Edirne’e, 37 bin 174 kişi Balıkesir’e, 36 bin 487 kişi İstanbul’a, 34 bin 543 kişi Bursa’ya, 33 bin 728 kişi Tekirdağ’a, 33 bin 119 kişi Kırklareli’ne, 31 bin 502 kişi İzmir’e, 27 bin 687 kişi Kocaeli’ye, 22 bin 668 kişi Samsun’a, 15 bin 702 kişi Niğde’ye, 13 bin 829 kişi Manisa’ya, 11 bin 638 Çanakkale’ye, 8 bin 440 Adana’ya, 8 bin 218 kişi Tokat’a, 7 bin 539 kişi Sivas’a, 7 bin 280 kişi Kayseri’ye, 6 bin 630 kişi Aydın’a, 5 bin 879 kişi Şebinkarahisar’a, 5 bin 549 kişi Konya’ya, 4 bin 968 kişi Muğla’ya, 4 bin 920 kişi Antalya’ya, 4 bin 461 kişi Bilecik’e, 3 bin 844 kişi Amasya’ya, 3 bin 360 kişi Bitlis’e, 3 bin 330 kişi Mersin’e, 3 bin 286 kişi Aksaray’a, 2 bin 944 kişi Cebeli Bereket’e, 2 bin 856 kişi Bayazıt’a, 2 bin 728 kişi Denizli’ye, 2 bin 567 kişi Eskişehir’e, 2 bin 512 kişi Kars’a, 2 bin 124 kişi Elazığ’a, 1881 kişi Kütahya’ya, 1651 kişi Ankara’ya, 1635 kişi Yozgat’a, 1570 kişi Çorum’a, 1330 kişi Gaziantep’e, 1285 kişi Zonguldak’a, 1248 kişi Ordu’ya, 1189 Sinop’a, 1175 kişi Isparta’ya, 1143 kişi (Kahraman) Maraş’a,1095 kişi Erzurum’a, 1045 kişi Afyon’a, 1037 bin kişi Hatay’a, 842 kişi Kastamonu’ya, 811 kişi Gümüşhane’ye, 623 kişi Giresun’a, 484 kişi Diyarbakır’a, 448 kişi Burdur’a, 404 kişi Trabzon’a, 310 kişi Hakkari’ye, 290 kişi (Şanlı) Urfa’ya, 275 kişi Van’a, 200 kişi Mardin’e, 194 kişi Bolu’ya, 193 kişi Kırşehir’e, 116 kişi Erzincan’a, 76 kişi Malatya’ya ve 46 kişi Artvin’e yerleştirildi.
Mübadele yıllarında Yunanistan ve çevresinden gelen Tükler ile Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden Rumları aynı kaderde buluşturan Gülcemal Vapuru tarafından düzenlenen seferleriydi. Rumların Anadolu’dan Yunanistan’a göç ettiğinde ilk etapta orada yaşayan Türklerle aynı evi paylaştılar. Evin bazen iki odasını bazen de ortadan perde ve kilimlerle ayrılan bir odada aylarca birlikte yaşadılar. Anadolu’dan gelen Rumlar kendilerine tahsis edilen ve daha önce Türklerin yaşadığı eve geçebilmeleri ancak onları Anadolu’ya geçmesi ve bu kez kendilerinden boşalan evlere yerleşmesiyle mümkün olacaktı.
Yunanistan’dan mübadele ile gelen Türklerin Anadolu’da çıktıkları bir limanda İzmir Limanıydı. 1923’ten 1927’ye kadar geçen dört yıllık sürede İzmir’e 31 bin 502 göç etti. Gelen kafilelerden bir bölümü Çeşme ve çevresine, bir kısmı Bornova, Buca ve o günkü adı ile Seydiköy’de bir çoğu da İzmir’in diğer ilçelerinde iskan edildi.
SEYDİKÖY’E YERLEŞEN TÜRKLER, TÜTÜN ÜRETİMİ VE EKONOMİSİ
Yunanistan’da yaşadıkları dönemde Tütün yetiştiriciliği, sınırlı sayıda da olsa küçükbaş hayvancılıkla geçimini sağlayan Türkler, İzmir’in farklı ürün desen ve üretimleriyle karşılaştılar. Zeytincilik ve (Üzüm) Bağcılık ve İncir ürün deseni onlar açısından da yeni bir deneyim oluşturdu. Ancak Drama ve Selanik bölgesinde edindikleri Tütüncülük çok geçmeden yeni yerleştiği topraklara hakim oldu. Üzüm bağları yerlerini tütün tarlalarına bıraktı. Geçmişin üzüm bağlarıyla ünlü Seydiköy, 1920’lerin sonundan itibaren 1990’lı yılların ortalarına değin tütünü ile yurt genelinde üne sahip oldu. Tütün piyasalarına bolca (Amerikan Grad’ın kısaltılmasından doğan ‘A Grat’ ürün veren Seydiköy bu unvanını 1990’ların ortalarına kadar sürdürdü. 1994’te uygulamaya konan Tütün Üretimi Kotası ve nihayetinde 2002’de kabul edilen Tütün Yasası ile Türkiye’nin değişen tütün politikası, Seydiköy gibi üretim yapan bölgeleri etkiledi. Seydiköy’e yerleşenler için önemli ve İzmir merkezi ile en önemli toplu ulaşımı Seydiköy – Alsancak arasında çalışan banliyö seferleriydi. Gelecekte adına şiirler, türküler bestelenecek Seydiköy Treni. Alsancak’taki Tariş, Tekel ve basma fabrikalarında iş bulan kadınlı-erkekli Seydiköylüye aşını taşıyan Seydiköy Treni’nin de seferleri 1990’ların ortasında son buldu.
YERLİ RUMLARIN SEYDİKÖY’DEKİ REFAHI, İŞGAL YILLARI VE SONRASI
Osmanlı Devleti tarafından Fransa, İtalya, Hollanda ve İngiltere’nin girişimcilerine tanınan imtiyazlar İzmir’de Levanten nüfusunu da beraberinde getirdi. Dış ticaretin en önemli unsuru olan İzmir Limanı başta olmak kurdukları şirketlerle şehrin en gözde yerlerine ve ekonomisinde büyük söz sahibi oldular. Ekonomiyi elinde bulunduran Levanten grup zenginliklerini başta Rumlar olmak üzere diğer gayri Müslimlerle paylaştılar. Türkler kendi topraklarına adeta ikinci sınıf vatandaşlarmışçasına gelişen ekonomik zenginliklerden sınırlı oranda yararlanabildi. Elbette onlarda kentin ileri gelen aileler ve yerel idarecilerle sınırlıydı. Seydiköy’de zaman içerisinde nüfus yoğunluğu Rumların eline geçti. Hayvancılıktan başka üretim olanağı olmayan Türkler iç bölgelere yüksel kesimlere göç etmek durumunda kaldı. Seydiköy’de bulunan İngiliz, Hollanda konsoloslukları ve Levanten Şirketlerin üst düzey temsilcilerinin sayfiye olarak kullandıkları yerleşim belirli bir toplum kesiminin Avrupa standardında bir yaşamı ortaya çıkardı. Seydiköy bağlarının üzümü, şaraba dönüşürken Levanten ailelerin işletmeleri aracılığıyla Avrupa pazarlarında kendine yer bulmaktaydı. 1.Dünya Savaşı’nın hiçbir şekilde etkilemediği Rum Halkı’nın sevinci 15 Mayıs 1919’da Yunan Askerlerinin İzmir’i işgali ile daha da katlandı. Mavi Beyazlı Yunan Bayrakları ile süsledikleri trenlerden biri de Seydiköy Treni’ydi. Buca, Bornova’daki banliyölerle Punto’ya (Alsancak’a) taşınan her yaştan yerli Rum Halkı, Yunan Kralı’na sevgilerini haykırdıklarında, birlikte yüzyıllarca yaşadıkları Türk komşuları şaşkındı. Hayretler içerisinde olanı biteni izlerken aynı zamanda ‘nasıl bu hale geldik’ diyerek kahroluyordu. Yunan askerlerinin İzmir’i işgali ile birlikte Rumların yoğun yaşadığı bölgelerde sevinç ile birlikte şehrin Türk mahallelerinde endişe ve korku hakimiyetini ilan etmişti. Kısa bir süre sonra Yunan askerleri şehrin merkezinin yanı sıra köy ve nahiyelerine de kurduğu karakollarla tüm hakimiyeti tamamıyla eline geçirmişti. Seferihisar, Çeşme, Cumaovası Manastır ( Orhanlı / Karakuyu) karakolları bölgedeki Türkleri baskı altına alırken, eli silah tutanlar dağ köylerine ve dağları artık mesken ediniyordu. İzmir ve çevresindeki Türkler, Milli Kurtuluş Mücadelesini örgütlemek ve başlatmak için Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal (Atatürk) ve silah arkadaşlarına her yönüyle destekleyen bir direniş ortaya koyuyordu. İstanbul’da kalarak Anadolu’ya her türlü desteği verenler gibi Efelerde Mili Mücadele için Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yanında saf tutuyorlardı. Başta Seydiköy’de yaşayanlar olmak üzere Yerli Rumlar ise Yunan Orduları’nın yanında yer aldılar. 1922 yazının sonuna doğru Yunan İşgal Ordusu yerel hakların talebiyle doğrultusunda (!) sözde özerk İyonya Devleti’nin kurulduğunu ilan ediyordu. Yunanistan Krallığı’ da Küçük Asya’da (!) kurulan devleti ilk tanıyan ülke oluyordu. 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz’u başlatan TBMM Orduları Başkumandanı Mustafa Kemal, Yunanistan ve İngiltere’nin tarihsel oyununu boşa çıkarıyordu. 9 Eylül günü İzmir’e giren Türk Ordusu günün sonunda İzmir’in işgalini sonlandırdı. 10 Eylül’de İzmir’e gelen Başkumandan Mustafa Kemal’in ilk işi İzmir Körfezi’nde demir atmış olan İngiliz Gemilerinin Komutanına çektiği ültimatom telgrafında, işgal gemilerinin derhal İzmir Körfezi’ni terk etmelerini istiyordu. Gelen telgrafı öfkeyle okuyan amiral, İzmir’i denizden bombalamak için İngiliz Hükümeti’nden yetki isteyen bildirimi komuta merkezine bildiriyordu. Saatler süren gerilim sonrasında İngiliz Amiral’e gelen emir ise, İzmir Körfezi’nden çekilmeleri yönündeydi. İngiliz Hükümeti Bursa’ya doğru ilerlediği noktada gerek geri çekilen Yunan Ordularının ve Marmara’daki çevresindeki İngiliz askerlerini koruyabilmek için Türk Ordularıyla sıcak temastan kaçınma politikasını uyguluyordu. Karşılıklı güç gösterilerine karşın savaş alanında Türk Orduları’nın başarısı tescil edilirken bundan sonraki mücadelenin diplomasi alanına kaydırılacaktı.
Geçmişte elde edilen imtiyazlar neticesinde Levanten ekonomisinin kendilerine biçtiği refahı yaşayan, işgal yıllarında ise Yunan Ordusu’nun marifetiyle İzmir’in yönetimini eline geçiren yerli Rumlar için 1922 Eylül’ü adeta kabustu. Ekonomik refahlarını bir kenara bırakan yerli Rumları can güvenliği endişesi sarmıştı. Türk Orduları Başkumandanı ve TBMM Meclis Başkanı Mustafa Kemal herkesin can ve mal güvenliğinin sağlanacağına yönelik açıklamalar onlar için yeterli görülmüyordu. Aralarında geçmişte suça bulaşmış insanların günahını hep birlikte çekecekleri kuşkusunu taşıyorlardı. 1923 yılında imzalanan Mübadele anlaşmasını çözüm olarak onlarda benimsemişlerdi. Mübadele süreci ise sanılanın aksine onlar için çok daha dramatik olarak gelişiyordu. Gittikleri yerlerde Anadolu’daki refahı bulmaları mümkün olmadığı gibi fanatik kesim tarafından dışlanmak Rumlar için aynı zamanda bir trajediye dönüşüyordu. Yaşamın akışına uygun bir şekilde yıllar yılları kovalarken, zaman içinde kanayan yaralarda kabuk bağlıyordu. İzmir’den, Seydiköy’den Yunanistan’a göç eden yerli Rumlar Anadolu’da yaşadıkları güzel zamanları unutamıyorlardı. Gelecek nesillere geçmişteki kültürlerini aktarmak isteyen Rumlar yaşadıkları yeni yerde Seydiköy adında bir dernek kurarken, Türklerin Seydi Baba dediği, onlar için bir Aziz olan Seydi Baba için bir anıt şapel bile yapmışlardı. Seydiköylü Rumlar Yakın zaman diliminde ise iki ülke arasında temasların artmasıyla birlikte geçmişte dedelerinin yaşadıkları yerleri yeniden görmek için yılda bir kere de olsa Gaziemir’i ziyaret etmeye önem veriyorlar. Gaziemir Belediyesi tarafından açılan Anı Evi’nde kendi dönemlerine ait fotoğraf ve objeleri ziyaret ederken Seydi Baba Türbe Anıt Mezarı’nı mutlaka ziyaret ediyorlar. Kendileri gibi Mübadil olarak Seydiköy’e yerleşen Türklerin kendi dönemlerine ait kültürlerini yaşatmak adına kurdukları Seydiköylüler Derneği ile programlara iştirak ederek her iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesine katkı yapıyorlar.
Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan Mübadele Anlaşması’nda yaşanan trajedinin sorumluğunu bir tarafa yıkmak tarihi gerçeklerle bağdaşmadığının altını çizmek gerek. Kişilerin ve toplumların hata ve yanlışlıklarını o dönemin mazlumlarına mal etmek etik bir davranış olamaz.
Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorumu Siz Yapmak İstermisiniz ?