İlk vakanın 11 Mart'ta resmen açıklandığı koronavirüs salgını sonrası ülkemizde bugüne kadar hiçte alışık olmadığımız zorlu bir süreç yaşanıyor.
Çin'in Wuhan kentinde bir balık pazarından çıktığı ileri sürülen ve tıp dilinde Covid-19 olarak nitelenen virüs üç ay gibi neredeyse dünyanın tümüne yayılarak insanoğlunu tehdit etmeye başladı. Tıp adamlarının laboratuar incelemelerinde, kral tacını andırır bir görüntüye sahip olduğu belirtilen Covid-19 halk arasında, corana, yani Türkçe okunuşuyla koronavirüs olarak adlandırılmaya başlandı.
Yanı başımızda önce İran'da başlayan salgın çok geçmeden Türkiye'ye de sıçradı.
10 Mart'tan itibaren ülke olarak, saat 19'da, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın yapacağı açıklamaları izlemek için televizyonların canlı yayınına dikkat kesildik. Test Kiti, 'Bulaş, Entübe, '3m', 'N95 Maske gibi çoğumuzun ilk kez duyduğu tıbbi terimleri öğrendik. 'Sosyal mesafeyi korumak', 'Evde Gönüllü Karantina' gibi virüsten korunma biçimini anlatan yeni deyimleri hafızamıza kazıdık.
Tüm bunları yaşarken; ülkemizde dahi epey bir dönem herkesin imrendirilmeye çalışıldığı, ABD vb. ülkelerde hüküm süren kapitalist anlayışın kapitalist sağlık versiyonun, koronavirüs salgınında çuvalladığına şahit olduk. Türkiye Cumhuriyeti Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün temelini attığı ve anayasamızda yer alan Sosyal Devlet anlayışının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladık. Yine Atatürk'ün direktifiyle kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü'nün, koruyucu halk sağlığının önemini umut ediyorum ki bir kez daha kavradık.
Ekonominin sağlıklı bir tabana oturması için, kişilerin ve ailelerinin bütçelerinin geliştirilmesi gerektiğini, zengin ile yoksul arasında açılan makasın artık farkına varılması gerektiğini; dar ve orta gelir gurubunun borç içinde yüzmesini seyredilmesi yerine, bu toplum kesimlerinin hak ettiği refah seviyesine ulaşabilmesi için uzun soluklu, ciddi bir ekonomik programa ihtiyaç olduğunun artık kavranmaya başlandığını düşünüyorum.
Ekonomi alanında yapılacak atılımları belki de en önemlisi artı iyice çığrından çıkan ve piyasada ekonomik ahlaksızlığa neden olan sözde serbest piyasa düzenini ele almak olacaktır. Sözde serbest piyasa demem kasıt şudur; Serbest Piyasa'nın uygulandığı başta Avrupa olmak üzere tüm ülkelerde bizdeki gibi herkesin istediği gibi bir fiyat belirleme keyfiyeti bulunmamaktadır. Çünkü bu ülkeler, serbest piyasa koşulunun ve buna bağlı rekabet ortamın oluşabilmesi için, kartelleşmeyi önleyen ve hiç bir boşluğa izin vermeyen kanun ve düzenlemelere sahiptir. Böyle olduğu içindir ki piyasaya hakim olan sermayelerin anlaşarak fiyat belirlemelerini engellerler!
Koronavirüs salgını sırasında başta kolonya olmak üzere, un, makarna, peynir, et vb. ürün fiyat etiketlerinin ortalama yüzde 25 artmış olmasını 'serbest piyasa ekonomisi' koşullarıyla açıklamak asla mümkün değildir.
Tüketicinin ve ilk eldeki çiftçinin sömürülmesinin önüne geçmenin yöntemi, yerel düzeyde gerçekleştirilecek kooperatifleşmelerdir. Üretim kooperatiflerinin ürünlerinin şehirdeki tüketiciye ulaşması sırasında yerel yönetimlerin, belediyelerin ortaya koyacağı organizasyon ve örgütlenmelerdir.
Bir dönem hasbelkader, partisi yada, mahalli desteklerle belediye başkanlığı koltuğunda oturanların biraz da genel yönetimlere bakarak ağızlara pelesenk ettikleri sözler vardı hani hatırlarsanız; “Belediyeler bakkalık, çakallık, fırıncık yapamazlar” türünde!
İşte koronavirüs salgınında bir kez daha ortaya çıktı. Olağanüstü günlerde de, ekonomik sıkıntıların had safhaya ulaştığı zamanlar da, fahiş fiyat artışı peşinde olana piyasa ahlaksızlıklarına karşı da; Tüketiciyi ve üreticiyi korumak için belediyeler, yerel yönetimler; Fırında açarlar, ekmekte yaparlar, gerekirse tüketiciye bedava da dağıtırlar. Market'te, bakkalda, manavda açarak, burada üreticiden gelen et, süt, peynir, meyve-sebze ne var ise onu cüzi karla pekala tüketiciye ulaştırırlar.
Neyse ki bir İzmirli olarak ailemle birlikte bunları gerçekleştirebilen bir kentte ve ilçede yaşamanın mutluluğunu yaşıyorum.
Yerel Haberci
07/12/2020
Yerel Haberci
07/12/2020
Yerel Haberci
12/05/2021