Organik Sevgi
Yerel Haberci
Hava Durumu
Arşiv
Gazete Manşetleri
RSS Beslemeleri
Linkler
// echo $giris_bas;
AnaSayfam Yap
Sık Kullanlanlara Ekle
Bize Ulaşın
Ana Sayfa
Foto Galeri
Video Galeri
Linkler

Organik Sevgi

Facebook'ta paylaş
11/05/2021 , 14:28:58 Hit: 439

     Bu eski evde; yaşanan her şeye tanıklık etmiş, irdelemiş ve zor da olsa sindirmiş olmanın verdiği yorgunlukla her adım atışta gıcırdayan yaşlı  ahşap merdivenin basamakları başına vardığında soluklanmak için bir süre durdu.

     Desteksiz oraya kadar varması bile büyük bir mucize iken bu basamakları nasıl olur da yalnız başına tırmanabilirdi...

     Kendine kızmayı bırakalı bir hayli olmuştu oysa. Hiç yaşlanmayan ruhu onun kulağına başarabileceğini fısıldarken aklı pek de öyle olmadığını hatırlatıp hızlı karar vermemesi gerektiği konusunda onu pek çok kez uyarmıştı...

     Peki o ne yapmıştı?

     Bakıcısı bugün oğlunun doğum günü olduğunu söylediğinde hiç düşünmeden O'na izin vermişti. Yavaş ve temkinli bir şekilde merdivenlerden inerken birden soluk soluğa duraksamış kuru bir iki öksürdükten sonra bakıcısına dönüp hızla yükselip inen göğsünü güçlükle bastırarak  "Madem oğlun bugün hala gözlerinin içine bakarak, dünyadaki en önemli insanın sen olduğunu söylüyor bu an'ı kaybetme... Koş onunla doyasıya bir gün geçir" demişti...

 

     Bakıcısı öğle yemeğini, suyunu, ilaçlarını her bir şeyini hazır etmişti etmesine ama gözlükleri... Onlar yukarıda kalmıştı işte. Onlarsız tüm gün ne yapabilirdi ki! Bir iki satır bir şeyler okuyabilse gün çok daha farklı geçerdi,buna emindi...

     Dün okuduğu söz geldi birden aklına.

     Bu söz öyle bir sözdü ki kulaklarının içini delip geçerek beynine varmak için epey  çırpınmıştı, ama o buna izin vermemişti. Sanırım şu çaresiz anında yaşlı eski ahşap merdivenin başında tam da bu söze yenilmek üzereydi. Çabalayacak kuvveti de yoktu zaten.

     "İhmal ettiğin her şey ölür" diyordu kitap. İhmal ettiğin her şey...

 

     "Neyi ihmal ettim ki sanki! " dedi içi bir yangın yeri...

 

     Her sabah erkenden kalkar eşi işe, çocukları okula gitmeden önce kahvaltılarını hazırlar yumurtalarını onların sevdikleri kaynama sürelerine göre pişirir; kızı için çayı önceden fincana koyup soğumasını sağlar, eşi için ocağın altını açar kaynak tutardı. Bazı sabahlar çok daha erken kalkar oğlunun en sevdiği otlu gözlemesini hazırlardı. Ah çocuklar yanlarına yiyecek alacak olsa daha neler yapacaktı! Gece uyumamaya bile razıydı yeterki paketli gıdalardan fastfood tarzı yiyeceklerden uzak dursunlar, sağlıklı beslensinler...

     Onlar kahvaltı ederken akşamdan ütüleyip hazır ettiği kıyafetlerini gündüz gözüyle tekrar kontrol ederdi. "Ah bir de kız olacak kıyafetlerini hala ben ütülüyorum" diye söylenmekten de alıkoyamazdı kendini. Sanki ütü sadece kadının yapabildiği bir işmiş gibi!

     Onları uğurlar uğurlamaz bir fincan çay içimi dinlenir; hemen kalkıp sofrayı kaldırır, yatakları toplar, evi iyice bir süpürdükten sonra akşam yapacağı yemeğin besin değerlerini düşünür bir liste oluşturur markete koşardı.

     Organik meyve bulabilmek için bazen 3 km uzaktaki pazara bile giderdi. Hele yaz aylarında kışa hazırlık yapmak için taşıdığı domateslerin, biberlerin, salatalıkların dondurucuya konabilecek her türlü meyve sebzenin peşine düşer onları boynundaki fıtığa ve doktorun kesinlikle ağır kaldırmayacaksın uyarılarına aldırmadan taşır sonra da gelir günlerce hazırlık yapardı. Kendini çok yoruyorsun diyenlere "kışa hem organik hem hazır olacak yemeklerim bir tek soğan doğrayıp kolayca yapacağım" derdi ama hiçbir kış dediği kadar kolay olmazdı yanına kışlık otlar alır onları yıkar kavurur derken akşamı yapardı. Ev işleri ve yemekten arta kalan zamanda bahçedeki ağaçlarını ilaçlar, çiçeklerini sular yabani otları temizlerdi. Bahçe taşlarının aralarına deterjanlar döker beyaz görünsün diye ellerini parçalardı.

 

     Bunları düşünürken derin bir iç çekti. Sırtını merdivene yüzünü pencereye dönerken ilk basamağa düşmeden oturmak için büyük bir çaba sarf etti. Açık olan pencerenin önünde nerdeyse dalları içeriye girmek üzere olan nar ağacı tüm ihtişamıyla duruyordu. Daha bir iki hafta önce çiçek açmıştı oysa ne çabuk yerini koca koca narlar almıştı. O çiçekler öyle güzel öyle benzersizdi ki renginin adını bile kendisinden almıştı. Nar çiçeği rengi...

     -Bende bir zamanlar çiçektim, dedi kısık bir sesle - hem de nar çiçeği kadar eşsiz bir güzellikte!

 

     -Dalın taşıyamayacağı kadar yaşlı koca bir nar oldum şimdi, dedi acıyla karışık gülümseyerek. -Sanki dışı tek içi bin parça olan sadece nar mıydı? Bir açsan içimi, görürsün nasıl da dökülüyor tane tane, kan kırmızı...

 

     Sözü yine anımsadı "İhmal ettiğim..." İşte biliyordu ; beyin fark ettikleri karşısında bütün çekmeceleri açıp her ayrıntıyı ortaya dökmüş darmadağın etmişti bile etrafı.

     İhmal ettiğim kendim miydim? dedi artık çook uzaklaşmış geminin ardına bakan bir yolcu gibi.

     Artık ortada ne gemi vardı ne de bir kaptan. Üstüne üstlük yüzme dahi bilmiyordu. Evet yaşamak denirse hala nefes alıyordu; o da arada bir sıkışıyor çıkmak için olanca gücünü veriyordu. Ah ne çok ihmal etmişti kendini. Hiç kimseye kızgın da değildi kırgın da. Bu yolu kendi seçmişti. "Seçmek denebilirse tabi" diye homurdandı içinden... Başka yollar olduğundan dahi habersiz etrafın onun için uygun gördüğü yolda ilerlemişti sadece. İşte şimdi şu eski yaşlı merdivenin başına geldiğinde bir basamak çıkmasına dahi yardımcı olacak hiç kimsenin olmadığı kadar ıssızdı ona seçilen yol.

     Evlenmeden henüz 3 sene önce göğüsleri tomurcuklanmış, çamaşırında kırmızı lekeler görünce kendini ölüyor zannetmiş "Anneee yetiş!" diye evi kaldırmıştı. Annesi durumu anlayınca "korkma lekelenmişsin" demişti. Lekelenmek?

     Kadınlık lekesi doğduktan sonra ilk o gün sürülmüştü kaderine de...

     Evlendirilmeyip okula devam edebilseydim her şey çok farklı olabilirdi diye geçirmişti içinden çok kez.

     Kimseye değil ama kendine kızgındı. Keşke okula gidememeyi bahane edip de okumayı bırakmasaydı. Bu gün her şey çok daha farklı olabilirdi. Çevresi için de kendi için de...

     Belki de organik meyve arayacağı saatleri  organik yaşayabileceği saatlerle değiştirebilseydi özünü çoktan bulmuş olacaktı.

     Devamlı yorgun olduğu ve kendine vakit ayıramadığı için farkında olmadan ailesini suçlardı hep. Oysa eşi de en az onun kadar yorulurdu üstelik O'ndan 10 yaş kadar da büyüktü.

     Kim bilir belki de kendi haklıydı ; eşi onunla yürekten ilgilenseydi o da kendini bu denli bırakmayacaktı. Organik meyve sebze peşinde koşarken belki de aradığı sadece organik bir sevgiydi. Saf, tertemiz, sıcacık, yürekten...

 

     Belki  de iş güç, temizlikle kaybettiği saatleri kendisine ayırabilseydi mesela vitrinde görüp çok beğendiği ipekten nar çiçeği rengi elbiseyi alsaydı; eşi geldiğinde ben yemeğe çıkmak için hazırım deyip yanağına bir öpücük kondursaydı elinden tutup en sevdiği kravatını seçmesine yardımcı olsaydı; geleceği düşünürken en büyük geleceğe yatırımı bugün yaşayacağı kaliteli anlarla sağlayabileceğinin farkına varsaydı! Belki her şey çok daha farklı olabilirdi.

     O'nun hikayelerinde anlattığı gibi üzerinde fare gezmiş undan yapılı bir ekmeği birbirlerinin gözlerinin içine mutlulukla bakarak yiyebilirlerdi pekala. Oysa yorgunluktan darmadağın olmuş saçları, lekeler bulaşmış tişörtü ve diz yapmış eşofmanı ile hijyen ve besin değeri yüksek sofralarına otururken yorgunluktan söylenip kimsenin o'nu anlamadığından bahsederken farkında olmadan herkesin yediği iki organik lokmayı da zehir etmişti. Farenin ayak izleri bazen insanın dilinden daha zehirsiz olabilir diye düşündü. Eskiden tiksindiği, korktuğu, sevmediği ne varsa şu an o'na boş anlamsız geliyordu.

     Nasıl olur da o gençlik saatlerinde bir kitap okumamış, bir klasik müzik parçası dinlememiş, bir felsefi görüşü benimsememiş, bir ressamın fırça darbelerinin içinde kaybolmamıştı. Çayın açıklık derecesini yakalayacağım derken kendini kapatmış kekin yumuşak olmasını sağlarken kalbini katılaştırmıştı. Her şeyden habersiz başkasını suçlamış kendini bir nar gibi tek parça görmüş içinde binlerce parçanın çıkacağından habersiz yaşamıştı.

     Gözlerinden yaşlar akarken kapıdan içeri çocukları ve torunu girdi. Onlara baktı, Üç evlat... Yazılmış tüm eserlerden, bestelenmiş tüm müziklerden, resmedilmiş tüm ifadelerden çok daha güzellerdi. Hiç bir felsefi görüş bu üç şaheser varlığı tanımlamaya yetemezdi.

    Torunu annanecim diye boynuna sarılırken “bir ömrüm olsa kendi evlatlarıma baktığım gibi bu evlada da bakardım” diye düşünmekten yine de alıkoyamadı kendini.

 

Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorumu Siz Yapmak İstermisiniz ?


Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
18/03/2024 , 11:13:17 Hit: 439
SİYASET
17/03/2024 , 11:10:47 Hit: 439
SİYASET
16/03/2024 , 18:21:50 Hit: 439
SİYASET
16/03/2024 , 10:21:00 Hit: 439
GAZİEMİR
16/03/2024 , 09:30:00 Hit: 439
SİYASET
15/03/2024 , 12:31:36 Hit: 439
SİYASET
 
Köşe Yazarları
Köşe Yazarları
Editörün Seçtikleri
Gaziemir'den Tüm Dünyaya Yerel Haberler. Bizi Aşağıdaki Sosyal Medya Hesaplarından Takip Edebilirsiniz.
Bizi Takip Edin